Varoluş Amacının Altında Yatan Süreç

"İnsan, var olduğu süreçten beri sürekli hayatta kalma dürtüsüyle yaşama tutunmuştur. Bu ilk çağlarda epey bir problem iken günümüzde herhangi bir kaza ve/veya hastalık olmadığı sürece bizi tehlikeye sürükleyen herhangi bir durum olmamakta. Bu dürtünün iyice azalmasıyla beraber zihin içinde insanın savaş verdiği bir konu ortaya çıkar: Varoluş amacı ve neden bu dünyaya fırlatıldık?"




Bu konu günümüzde özellikle felsefenin temel problemlerinden biri haline gelmiştir. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ni düşündüğümüzde alt basamaklardan üste doğru çıkıldığında kat edilen aşamaların farkına varılabilir. Gerçi bu metaforik benzetme olan piramid tam olarak Maslow’un ortaya attığı şey değildir. Günümüzde böyle bir görünüme kavuştuğu ve algılanabilirliği kolay olsun diye şu şekilde besin piramidine benzer nitelikte bir görsel ortaya atılmıştır:

Varoluş problemi özellikle dini sorguladığında ortaya çıkıyor gibi bir argüman atılsa çok da yanlış olmaz aslında. Çünkü neredeyse çoğu dinde ölümden sonra farklı bir yaşamın devam edeceğine dair iddialar ortaya atılır ve buna inanıldığından ötürü de dünyadaki bulunma sebebi insanda belli bir seviyede sorgulamaya neden olmaz. Sorgulamaya başladıkça ise işin içinden çıkma konusu da epey bir zor oluyor. Elbette insan bu dünyaya neden fırlatıldığını merak etmiyor değil. Bu süreçte üzerinde çok düşünüldüğü vakit belli bir seviyede çıkmaza giriliyor. Neden bu dünyaya fırlatıldığımızın temel sebebinin sadece canlılık sürecinde meydana gelen bir döngünün eseri olduğunu kabul ettiğimizi varsayarsak bu sefer de varoluş amacımız konusu sekteye uğruyor.


Bu da bir tür deneme yazısı olduğundan dolayı herhalde kendi düşüncelerimi açıklamadan yazıyı bitirmem mümkün değil. Öncelikle elbette çoğu insanın bu konuda sıkıntısı olduğunu düşünmesem de özellikle felsefeyle ilgilenen insanların bu gibi sorgulamalara girdiğinden dolayı, en basit bir kişisel gelişim zırvalıklarının sözü olan “kendini keşfetme” ile bir nebze de olsa bu problemin önüne geçilebileceğini zannediyorum. Bir iddiam olmasa da insan, özellikle hoşlandığı şeylerin farkına vardığı ve onlarla vakit geçirdiği sürece bu gibi bunalımlardan uzaklaşıp, o uğraşa kendini veriyor ve bu uğraşta emek verdiği süreçte kendi çapında koyduğu hedefleri gerçekleştirmek adına bir çalışma gösteriyor. Bu da böylece hem kendinin bir üst seviyesi insanı yaratmış oluyor hem de bu gibi bunalımları bir nebze olsa da önlemiş oluyor. Aslında böylece bir hedef olduğu takdir de bir akış(flow state) yaşanıyor ve Nietzsche’nin tabiriyle üstinsan seviyesine ulaştırıyor. Bu tanım, tam olarak yerine oturduğundan şüphelerim olsa da metaforik olarak benzetiyorum diyebilirim.


Elbette her insan bu süreçte hoşlandığı ve sevdiği şeylerle uğraşamıyor zira bu fırsatı yaratmak yine de insanın kendi ellerinde olduğunu varsayarsak, imkansızlıklar içinde imkan yaratmak hiçte zor bir şey değil. Bu süreçte mutlu olup akışta olmak bir şekilde bu sancıyı dindirebilecek nitelikte. Yine de bu problemin kesin bir çözümü yok. Yeri geldiğinde insanı tatmin etmeyecek şeyler de olacaktır ve yine de bu birbirini tekrarlayan zincirlemeye reaksiyonlara dönüşecektir. Herhalde burada en yapılası şey denemekten vazgeçmemek oluyor, kaldı ki bu yazıyı yazan ben bile her ne kadar çoğu ilgi alanlarımı bu yaşımda keşfettiğimi düşünsem de zaman zaman bu tarz sorgulamaya girerken buluyorum kendimi. Yine de bu sürecin bir parçası olduğundan düşünmeyi düşünmek bile bu akışın sonucu olduğunu söylemek çok da yanlış olmasa gerek.


Yorumlar

Popüler Yayınlar